Yıllardır meraklanıp duruyorum.’gelecek bilinebilir mi diye.Her dönemde farklı bir sonuçla karşılaşıyorum hani derler ya ”ne oldum deme ne olacağım de” diye…insan içinde yüzdüğü bu yaşam okyanusunun kimi zaman derinlerine dalar iken kimi zamanda yüzeyinde kalabiliyor. Bu gün ak dediğine yarın kara diyebiliyorsun bir AN insana tüm bildiklerinin külliyen yanlış olduğunu idrak ettirtebiliyor..
Bu vesile daha 3 ay önce yazmış olduğum(okumak için) yazıya da ters düşecek olan bu yazıyı yazabiliyorum hayat bu; ” gün doğmadan neler doğuyor”… tabii bir başka pencereden de tutarsızlık gibi gözükebilir doğrudur da.. ancak gelinen noktada ki gerçeklikler; kendisini bir değirmenin kolları gibi her seferinde bir alt bir üst ederek, doldur boşalt bir sonuca ve farkında lığa taşıyor.
bu gün yaşananların dünün hayalleri olduğunu anladığımızda nedenlerle sonuçları zaman perdesini kaldırarak irdelediğimizde yada idrak ettiğimizde zaman makinesini kullanabilir hale geliyorsunuz ve bir sonraki dilimi anlayabiliyorsunuz… bir anlamda gelecek size gelmiş oluyor…
”Bir insanın Oluş’u, durumlar ve yaşamındaki olaylardan meydana gelir. Bu sebeple hayatımız, birbirine paralel iki hat üzerinde ilerler, birincisi olaylar (…) bize doğru akan ve birbiri ardına oluşan şartlar, diğeri ise ruh halimizi ve duygularımızı tetikleyen iç dünyamızda, çoğunlukla bilinçsiz bir şekilde yükselen “durumlar”dır.Eski Yunanlılara göre, kişinin içsel durumları ile dışındaki olaylar arasında bir neden-sonuç ilişkisi vardı. Bir insanın kaderinin, insanın iç dünyasının, Oluş’unun yansıttığı bir görüntü olduğuna içten inanıyordu.Yaşamında oluşan olayların türü ve dolayısıyla yaşamın kalitesi, düşüncelerin niteliğine ve yaradılış durumlarına bağlıdır. Dolayısı ile yaşam olaylardan oluştuğu kadar, hatta çok daha fazlasıyla, ruhsal durumlardan oluşmuştur.
Homeros öncesi çağda bilge yalnızca engin deneyimleri ve bilgi zenginliği olan biri değildi, aynı zamanda bilinmeyeni açıklayan ve geleceği de bilen kişiydi. Yunanlılara göre bilinmeyeni söylemek, gerçek bilgi ve aynı zamanda da sanattı.Kişinin kendi içine bakması, dünyayı tanımasının anahtarıdır, bu durum aynı zamanda onu olayları anlamaya ve öngörüye götüren yoldur. Kişinin duygusal durumları, aslında görünür hale geçmek ve kişinin başına gelmek için fırsat kollayan olaylardır.”TANRILAR OKULU
Bu söylemlerin üstüne tek bir cümle bile kurmak mümkün değil. kendi içinden kısa bir alıntı daha;
”İnsanın en büyük yanılsaması, bir geleceğin olduğu fikridir. Halbuki sıradan bir
insanın aslında bir geleceği yoktur. Görünenler ötesinde, o hep yalnızca geçmişiyle
karşılaşır.
-Sen sonuç haline geldiğinde, dünya sebep haline gelir.”
Bir şeyleri merak etmeye başlayınca o bilgiye ait verilerde önünüze dökülüyor sanki..şaka gibi oyun gibi geliyor insana karşılaştıkça fark ettikçe.
İlahi düzen içerisinde, bu düzenin kurallarını fark edebilir ve ona uyumlu olmayı görev bilirseniz, yolda açık oluyor gelecekte yanınızda ilerleyebiliyor.Tabi bu pekte öyle kolay olabilen bir şey değil, eşyanın hakikatini idrak etmek her varlığın en büyük isteği ve hayat amacı.
Durum bu ise olaylar (sebepler) yaşanırken şuurumuzda ki; (idrak edemediğimiz hakikatlerin) buna dayalı sonuçlarda oluşuyor. Zaman perdesi ile örtülmüş olan bu sonuçlarda zamanın geçmesi ile , yaşanırken, bizi hayretlere düşürebiliyor..yada sebeplerle olan bağını kurmamızı engelleyebiliyor.Tabii sadece zamana bağlı bir farkındalık son derece yavan kalacaktır Soyle desek bilgi+tecrübe+zaman daha anlamli olacak sanırım.
Bazılarımız insanların yaydıkları etkiyi çok çabuk hissedip dile döküveriyor , bence bu önce nasip-lütuf sonrasında da talip-tefrik-çaba ile elde edilecek bir beceri..
Bu durumda iseniz, tohumdaki ağacı görebiliyorsunuz.
İşte dönüm noktası da, bu ince ayrıntıda gizleniyor , şayet bunları bir çıkar yada varlığın tekamülüne engel teşkil edecek şekilde kullanıyorsanız vay halinize ki ne vayy. sistem sizi un-ufak edip dağıtıyor..
Ama birde bunun yaradan dan size bir lütuf olduğunu anlayabilirseniz alıyorsunuz sazı elinize ve başlıyorsunuz, o görmediğiniz ancak bildiğiniz hakikatleri çalmaya söylemeye..sonra her sözünüz yüzyıllarca beğeniliyor seviliyor…
SAKLARIM GÖZÜMDE GÜZELLİĞİNİ
Saklarım gözümde güzelliğini
Her neye bakarsam sen varsın orda
Kalbimde gizlerim muhabbetini
Koymam yabancıyı sen varsın orda
Aşkımın temeli sen bir alemsin
Sevgi muhabbetsin dilde kelamsın
Merhabasın dosttan gelen selamsın
Duyarak alırım sen varsın orda
Çeşitli çiçekler yeşil yapraklar
Renklerin içinde nakşını saklar
Karanlık geceler aydın şafaklar
Uyanır cüml’alem sen varsın orda
Mevcudatta olan kudreti kuvvet
Senden hasıl oldu sen verdin hayat
Yoktur senden başka ilanihayet
İnanıp kanmışım sen varsın orda
Hu çeker iniler çalınan sazlar
Kükremiş dalgalar coşar denizler
Güneş doğar perdelenir yıldızlar
Saçar kıvılcımlar sen varsın orda
Veysel’i söyleten sen oldun mutlak
Gezer daldan dala yorulur ahmak
Sen ağaç misali biz dalda yaprak
Meyva çekirdeksin sen varsın orda
YUNUS EMRE
İşte o zaman kişi: şuurda sebepler neticesinde oluşmuş olan , sonuçları-olayları-başa gelecekleri algılayabiliyor, nasibince de dillendirebiliyor..