Sıkıntılı ve çalkantılı bir dönemden -ki ben buna yeni versiyon 3. Dünya Savaşları diyorum- geçerken, temel sorunumuz kıtlıkla değil, bollukla baş edebilme becerilerimizi geliştirmede Türkiye’nin alacağı tutum ve stratejik planlarının olacağı kanaatindeyim.
Bu anlamda Devlet+STK’lar+ Özel sektör, birlikte yaşamamıza yön veren sacayaklarıdır. Bu üçlünün gerçekten yenidünya düzeni bağlamında işbirlikleri ve sağlam yapılanmaları, birlikte koordine olmaları ile gerçekleşecektir diye düşünüyorum. Orta Doğu GÜÇ oyunlarında, satranç tahtasında adeta ŞAH pozisyonuna sahip bir ülke gibiyiz. Bizim MAT olmamız tüm bu aktörlerin kazanması anlamına geliyor. Bu arada Dünya da, neredeyse artık hastalanıyor ve hastalık sinyallerini depremler, tsunamiler, iklim değişikliği ile bize duyurmak istiyor. Gönlüm isterdi ki haberlere baktığımızda; icatlara, sağlığa, mutluluğa ve neşeye katkı koyacak haberlerle karşılaşalım, fakat ne gezer…Savaşlar, ekonomi, siyasal krizler, tecavüz ve tacizler…
Nefes alabilme, sadece ve sadece dünyada var olabilme özgürlüğün bile yok. Dünya aynı hızda yörüngesinde dönerken, güneş pırıl pırıl parlarken, doğa insanlığa çiçek açarken, insanlar olarak bizler maalesef başka bir cehennem yaratma çabasındayız.
NORMALLEŞMELİYİZ
Günün doğumu ile üretmeye, keşfetmeye, neşe içerisinde paylaşmaya başlamalıyız. Varoluş ayarlarımıza geri dönmeliyiz. Ne kadar anormal sözler gibi geliyor, değil mi?
Ekilen biçiliyorken, üretilen tüketilebiliyorken, Dünya olarak iklim değişimi gibi hepimizi ilgilendiren global bir sorunla baş etmek için (hem de hiç vakit kaybetmeden) çalışmalara ve stratejiler oluşturmaya başlamalıyız. Milenyum çağında, ülke yöneticilerinin ortak eylem planlarında eski ve köhne zihniyetlerin karar mekanizmalarındaki Kıtlık Bilinci ve Biriktirme esaslı siyasi ideoloji ve ekonomik işleyişlere bir son vermeliyiz artık.
Türkiye olarak, ‘3. Sanayi Devrimi’ni bile yakalayamamışken 4. Sanayi Devrimi’ni nasıl yakalayabileceğiz?’ Teknolojik ve bilimsel yapılandırmalar en önemli gündem maddemiz olmalı. Bugün işgücü piyasasında talep edilen, ekonomideki değişime uygun becerilerin (yapılandırılarak) piyasaya kazandırılması konusunda yeniden kurgulanmalıdır. ‘Bu devrime nasıl bir eğitim modeli ile ulaşabiliriz?’ Çıkış noktamız bu olmalı derim.
Güney Kore modeline baktığımızda; 1960’lardan itibaren planlı bir bilim ve teknoloji politikası izlendiğini görüyoruz. Başarılı ekonomik kalkınmalarının altında yatan en önemli faktörlerden biri bu. Tabiî ki devlet politikaları ile ihracata dayalı büyüme modelini benimsemesi, devlet kontrolü ve desteği modelini başarı ile işlenmesini sağlamıştır. Bu anlamda devlet destekleri önemlidir. 1960-1980 döneminde eğitime ayrılan pay GSYİH yüzde 10’u geçmiştir.
Tabi bu AR-GE çalışmalarını ziyadesi ile hızlandırır. 1970’de GSYİH içindeki AR-GE’nin payı yüzde 3,37 çıkarmıştır. Diyeceğim o ki, bu örnek ekonomi atağı ile 2000 yılı performansı, 1960’lardan itibaren devletin oluşturduğu sağlam üretim ve teknoloji alt yapısı ve bunu mümkün kılan sanayileşme-teknoloji stratejisi ile olmuştur.
İşte bu anlamda bilgi çağını yakalamalıyız. Eskiden bilgi edinmek zordu, şimdilerde ise bilgi fazlalığı ve kirliliği yaşıyoruz. Ayrıca hayata geçirmediğimiz ve işlenemeyen çok fazla bilgi çıktı. Yani öğrenemiyoruz… Beynimiz fazla bilgi ile baş edemiyor ve strese giriyor. Öğrenme modellerimizi geliştirmeli ve kendimizi hızla güncellemeliyiz.
Bu anlamda Mucit Fikirler ve Geleceğin Makineleri konulu bu projemiz, toplumumuzda geleceğin mühendisleri için bugünün küçük, YARININ DÜNYASI İÇİN İSE BÜYÜK BİR ADIM OLACAK. Öyle heyecanlıyım ki, şimdiden yarışma projeleri gelmeye başladı. Şuanda sadece ilkokullarda, 250 öğrenci hazır halde.
Çocuklar geleceğimiz derken onlara ne kadar yatırım yapıyoruz, bedenleri için iyi beslerken, akılları ve ruhları için ne yapıyoruz?
Düşünsenize felsefe dersi dahi lise üçüncü sınıfta müfredatta girmiş durumda…
Düşünmesini, düşünürken keşfetmesini, icat etmesini destekleyici neler yapıyoruz?
Eksiklerimizi tamamlamalı ve geleceğimizi ellerimizle tasarlayıp oluşturduğumuzu unutmamalıyız.